8 Mayıs 2017 Pazartesi

BELGRAD MARATONU; Yediğim içtiğim bana kalınca size anlatacak pek birşey kalmıyor.


Türkiye'de 10 tane yol yarışı koşacağıma yurtdışında 1 tane yarışa katılırım. Neden mi? Cevabını amatör olarak yarı maraton veya maraton koşan herkes bilir. Bir kez de ben söyleyeyim, spor kültürü.
Bir yarışa katılımın yüksek olması için havalı bir tişört verilmesi, yeterli ve zengin su istasyonu, güzel manzaralı bir rotada düzenlenmiş olması yeterli midir? Bence değil. Yarışın düzenlendiği şehrin adeta karnaval havasına bürünmesi gerekir.  Koşmasa da koşturtan insanların coşkusudur bir yarışı antrenmandan ayıran. Amatör koşucuların amacı kendi en iyisine ulaşmaksa burada yol arkadaşın yarıştığın insanlar değil, kulaklığındaki müzik de değil, şehrin ruhudur, sana hissettirdikleridir. Yarışma bittiğinde aklımızda en çok kalan anlar geçtiğin veya seni geçen insanların ensesi mi yoksa  sana tezahürat eden, ellerini sana uzatarak güç vermek isteyen insanlar mıdır?  Duyduğunda seni coşturan müzikler, seni güldüren eğlenceli pankartlar yarış atmosferine girmemizi sağlamıyor mu? İşte tüm bunlar Türkiye'de düzenlenen hangi yarışta var? Maalesef hiçbirinde yok.  Bu kültürün oluşmadığı bir şehirde yarışmak, teşbih de hata olmaz, benim sokağa salınmış sürü gibi hissetmeme sebep oluyor.  Toplum olarak inşaat kepçesine verdiğimiz ilgiyi yol koşularına göstermediğimiz ortada. Üstelik son 1 yılda devletin spor kültürüne destek için düzenlenen yarışlara, fetih koşusu, anma koşusu ibareleri  eklemesi de insanları yarış günü sokağa dökmenin ayrı bir yöntemi olsa gerek.  Düşünsel ve bedensel olarak sağlıklı yaşam ile alakası olmayan insanların sporculara destek olmak için değil, yarışın kendisine yüklenen anlama  göre biz koşucuları desteklemesi benim tercih ettiğim bir şey değil.  Ama bu göle maya çalma girişimi ya tutarsa neler yaşarız hiç düşündünüz mü?  Devamlı bir anlam arama, koşu gibi çok basit bireysel bir eyleme kolektif bir mana yükleme arayışı beni biraz da güldürüyor. Giydiğim renkler siyasi bir mesaj veriyor mu? Koşuyor muyum yoksa kaçıyor muyum?  Geçtiğim erkek koşucu sayısı affedilebilir ölçülerde mi? Yolun sağından mı yoksa solundan mu ilerlediğim önemli bir hal alması şimdilik kulağa komik geliyor olabilir.  Ama olmaz dediğimiz her şeyin olduğuna şahit olduğumuz günlerden geçiyoruz.  
Sanırım neden Türkiye'deki yol koşularına katılmaktan hoşlanmadığımı detaylı bir şekilde anlattım. Sıra geldi Belgrad yarı maratonu hakkında yazmaya. 

 Sırbistan beni şimdiye kadar gördüğüm ülkeler arasında en çok şaşırtanlardan biri oldu.  Ben daha az gelişmiş, daha yıkık dökük bir şehrin beni karşılamasını bekliyordum. Belgrad için küçük bir araştırma yaptığınız da ilk öğreneceğiniz şey yeme-içme ve konaklamanın diğer Avrupa şehirlerine göre çok daha ucuz olduğudur.

Balkanlardan gelen soğuk hava dalgası denildiğinde ne demek istenildiğini biz yaşayarak öğrendik arkadaşlar. Karlı havada veya ayazda koştum. Normal de çok terleyen bir koşucu olduğumdan soğuk havalarda daha rahat ederim. Ama Belgrad da ancak alışkın olduğunuzda başa çıkabileceğiniz bir havaya denk geldik.  Soğuktan kafamızı dışarı çıkaramadık. Yarıştan birkaç gün önce gidince gezip tozmaktan yarış öncesi yorulacağım sanırken soğuktan kapalı mekanlarda oturup, yemek yiyip, içki içmekten küçük bir göbeğim bile oldu.
Özetle Belgrad'a eğer yarış için gidecekseniz yarışa bir gün kala orada olacak şekilde planlamanızı yapmanızı öneririm. Sonrasında zaten her şey serbest. Hava durumu el verdiğince gezersiniz, yiyebildiğiniz kadar yer, içersiniz.


Biz gene çok kalabalık bir kadro ile oradaydık. Kalabalık bir grup ile hareket etmenin avantajları olduğu gibi dezavantajları da vardır. Bazen yardımlaşmanın, aidiyet duygusunun ön planda olması bazen de kendi başınızın çaresine bakmanız  gerekir. Ben yarış günü gelip çattığında daha çok kendi yarışıma konsantre olmayı tercih ediyorum. Bir araya gelmeye çalışmak yerine start çizgisine erken gitmek bana daha doğru geliyor. Kimisi anı ölümsüzleştirmek isteği yaşayabilir, kimisi de içtiği suları 2 saat boyunca taşımak istemeyebilir. Herkesin tercihleri farklıdır bu çok normal.
Birçok yarışa beraber katıldığımız için birbirimizin huyunu suyunu iyice öğrendik, herkes tempo olarak kendine yakın hissettikleri ile hareket etmeyi tercih etti. Ben ilk başta Tarık Dede arkadaşımızı gözüme kestirmiştim. Ama start noktasına geldiğimizde yarışı 1 saat 45 dakika civarı bitirmek isteyenleri etrafını toplayan yarı maratonun resmi pacer ını gördüm. Daha önce hiçbir yarışta pacer ile koşmamıştım, hep nasıl bir tecrübe olacağını merak ediyordum. Şeytana uyup yamacına yaklaştım.  Son dakika değişiklikleri hiçbir zaman bana iyi gelmedi. Bu kararım da bir istisna olmadı.
My Sweet Pacer
Start anından itibaren ortalama 5:00 pace ile kilometreleri beraber koşmaya başladık. Eğlenceli miydi? Evet hem de çok. İlk kilometreler yokuş aşağıydı,  Pacer turkoo tukoo gibi birşeyler söyleyerek seyirciyi coşturuyordu. Ay yıldızlı tişörtümden nereli olduğumu anladı, kompliman yapıyor sandım. Ben de  Sirbia diye bağırıyordum. İlk  5 kilometrenin  sonunda turko diyerek etraftaki insanlara seslendiğini ve Sırpça alkış desteği için kullandıklarını bizde ki tempo gibi bir kelimeye karşılık geldiğini anladım. Yanlarında koşan, onlar alkış istedikçe Sirbia diye bağıran bir Türk kızı hakkında ne düşündüklerini hala merak ediyorum. Veya etmiyorum.
Salaklığıma doyamadığım bir başka şey ise,  yarış sonuna kadar iniş çıkış fark etmeksizin hep ortalama 5:00 pace ile koşacağımızı fark etmeme rağmen inişlerde gruptan ayrılıp hızlanmamak oldu.  Benim yarışın başladığı ilk kilometrelerdeki  yüksek tempomu daha önceki yarış raporlarımda yazmıştım. Ona göre bir tempoyla koşmayı hedeflemiştim.  Nasılsa yarışın sonlarına doğru 3 kilometrelik rampa çıkışa dayanamayıp serilecektim.  Yarışın başlangıcında ki inişte tempomu mümkün olduğunca yüksek tutmam gerekiyordu. Ama Pacer in ateşlediği seyirciler kendimi çok iyi hissettirdi alışkın olduğum tempoda koşmaktan beni alıkoydu. Ama şimdi geri dönüp baktığımda hala en çok hoşuma giden ve hatırımda kalanlar o anlar oluyor.
Son bir aylık antrenmanlarımda yarış esnasında ne tüketeceğime hangi kilometrede neye ihtiyacım olacağını az buçuk öğrenmiştim. Tempomda işler istediğim gibi gitmeyince tüm hesaplarım altüst oldu. Yarış boyunca su noktaları gayet yeterliydi. Suyun dışında izotonik içecek, muz, limon ve portakal bir noktada da enerji barı dağıtıldı.  İlk 10 kilometrenin sonunda hiçbir şey tüketmeye ihtiyaç duymadığım halde yanımdaki izotonik içecekten içmeye başladım. Yarışın ilk yarısı beklediğim kadar hızlı geçmemişti, yokuşların beni daha da yavaşlatacak olması canımı iyice sıktı. Belgrad'dan joker olsun diyerek aldığım ve bel bağladığım enerji jelini de içtim. Daha içerken midemi bulandıran jelin, yarışın son kilometrelerinde bana neler yapmış olabileceğini hayal gücünüze bırakıyorum. Bir kez  kusma ihtiyacı için durdum. Bir kez de başarısız bir tuvalet arayışım oldu. Yarışın başından beri beni tedirgin eden eğime geldiğimizde yarış zaten benim için çoktan bitmişti. Hedeflediğim süreyi tutturamamıştım. Kendi kendime yaptığım işkencenin acısı yavaş yavaş azalmaya başladığından ortamın güzelliğine tekrar kendimi kaptırdım. Yol kenarındaki orkestranın çaldığı müzik enfes,  kalabalık da inanılmazdı. İçimdeki Pollyanna'yı uyandırdılar. Şu an orada, belki hayatımda bir daha koşamayacağım bir yerde koşuyordum.  Bazıları yarışmacıdır bazıları da koşucu.  Ben sadece koşucuydum, adımlamak ve keşfetmek için oradaydım ve yarışımı tamamlamak üzereydim.  Yarış bitiş düzlüğüne geldiğimde beklediğimden uzun sürmesine mi yoksa bittiğine mi üzüldüğüme karar veremediğimden karışık duygular içerisindeydim.
1414 koşan kadın koşucu arasından 89. Yaş gruplarında ise 218 koşan kadın sporcu arasından 13. olmuştum.

6 Nisan 2017 Perşembe

Alanya Ultra Maratonu; Patikalar beni sevmese de ben onları çok seviyorum.

Tekinsiz bulduğu için bisiklete binmeyi bile 20 yaşından sonra öğrenmiş birinden bazı gözü kara hareketleri bekleyemezsin. Bu yüzden benim konfor alanım dışında olan patika yarışlarında beklentilerimi en aza indirirek kendim ile mücadele ediyorum. Resmen dayak yemiş gibi oluyorum. Ama şimdiye kadar katıldıklarım arasında en kısa mesafe olmasına rağmen en canımı okuyan Alanya Ultra Maratonu Keykubat koşusu oldu. Neyse ki duruşu bozmadan,kuyruğu titretmeden bitirdim.
Organizasyona ev sahipliği yapan Alanya yaz kış hareketliliğini koruyan çok güzel bir turizm beldesi.  Yarışın yapıldığı tarih belki de Antalya'da yarışılacak en güzel aya denk geliyor. Ama eğer başka bir şehirden hem gezi hem de yarış için gelecekseniz geziyi yarış öncesine denk gelecek şekilde planlamanızı öneririm. Çünkü parkurun zorluk derecesi çok yüksek yarış sonrasında gezmeye mecaliniz kalmayabilir. Yeterli antrenmanınız yok ve zor olduğu için hiç yorulmadan yarışa katılayım derseniz o da olur. Çünkü patikalarda ki Alanya manzarasıyla gözleriniz zaten bayram edecek, Alanya Kalesinde de koşacaksınız. Yarış bittikten sonra kendinizi Akdeniz'in serin suları ile de ödüllendirebilirsiniz.
Biz Antalya Runners olarak kalabalık bir ekip ile bu yarışa katıldık. Her seviyeden sporcusu bulunan bir grup ile katılmanın en güzel tarafı yarışın ilerleyen aşamalarında temponuz değişse  bile devamlı tanıdık yüzler ile karşılaşıyor olmak.  Hemen hemen hiç yalnız koşmadığım, yol boyunca birçok arkadaşımla adeta kendi antrenmanımız gibi bir arada olduğum bir ortamdaydım. Burada antrenman ibaresini bilerek kullandım. Çünkü aşağı yukarı hepimizin son dönemlerde yokuş rampa antrenman eksiği vardı. Antalya gibi bir şehirde yaşamanın avantajı iklimi sebebiyle neredeyse 12 ay yol koşusu yapmaya imkan veriyor. Ama doğası gereği şehrin dümdüz olması yüzünden bir iki lokasyon dışında rampa bulmak da zorluk çekiyoruz. Alanya ultra maratonunun  bol çıkışlı daha doğrusu sırf çıkışlı parkurunda hepimiz tüm kış tırmanmadığımız kadar rampa çıkacaktık.
Yarışma, sabah tuvaletlerin kilitli olması, yakında ki bir camiye yönlendirilmemiz dışında, aksamadan, sorunsuz alınan bir start ile başladı.
Bu yarışa girerken tüm arkadaşlarım gibi bende aynı hatayı yaptım. Bir ultra maraton daha doğrusu bir patika yarışına girerken organizasyon zorunlu tutmasa da mutlaka yanıma ilave su ve takviye almalıydım. Alt tarafı 20K diyerek, mesafeyi küçümsedim. Yol koşusu gibi her 5K da bir su istasyonları olmayacağını üstelik tırmanışların bizi beklediğini biliyordum. Kaybolabilirsin, sakatlanıp yarışı bırakabilirsin, doğası gereği ultra maraton ortamları sürprizlerle doludur. Cep telefonumu dahi yanıma almadan nasıl o dağlara tepelere çıktım şuanda bile kendime kızıyorum. Burada beni yanıltan 20K için zorunlu değil ibaresi oldu. Bence en az 1 litre su ve cep telefonu böyle bir parkurda zorunlu tutulmalıydı.


İşaretlemeler konusuna gelecek olursak, organizasyonun bazı kilit noktalara gönüllü koymayarak veya koyamayarak yarışmacıları halkın insafına bıraktığı noktalar oldu. Alanya halkımız ise böyle bir organizasyona ev sahipliği yapmak konusunda sınıfta kaldı. Bilerek ve art niyetli olarak değiştirilen, kapatılan patika girişlerinden tutunda, çöpe atılan işaretlemelere kadar herşeyi gördük. Bu yarışta kendimizi yarı ev sahibi saymıştık. Geçimini dışarıdan gelen ziyaretçilerle sağlayan böyle bir şehrin daha bilinçli daha konuksever olmasını beklerdik. Bu konuda büyük hayal kırıklığı yaşadık. Yarışın daha ilk çeyreği koşulurken patika girişinin bir şakacı  vatandaş tarafından  kapatılması en önde koşan ilk grubun arkadaki grup ile yer değiştirmesine sebep oldu. Hem dar tırmanış patikaları hem de merdivenler geçişe izin vermediği için yarış atmosferinden çıktım. Daha çok bulunduğum ortamdan keyif almaya çalıştım. Benim için fazla olduğunu gördüğüm tırmanışları kendime yüklenmeden nasıl bitirebilirimin planlarını yapmaya başladım.Yanıma bir tek kendimi aldığım için ilk kontrol noktasına çok bitkin girdim. O hafta yaşadığım soğuk algınlığına bağlayarak ateşimin yükseldiğini bile hissediyordum. Sular bardak ile verildiği için yanıma koşarken alma imkanım yoktu. Üst üste içtiğim sular midemi şişirdi. İnişe geçtiğimizde dalağım her kontrolsüz sıvı alımımda olduğu gibi şişmeye başladı. Kendimden beklediğim performansı göstermeme engel oldu. Önce Savaş ve Serhat sonrasında ise Adil ve Yağız ile koşmaya başladık.
Sahil şeridine geldiğimizde işaretlemeler konusunda tekrar endişelenmeye başladık. Çünkü kumsala inmemiz gerekirken bir türlü kumlara doğru işaretlemeleri göremiyorduk.  Yarışın ilk kilometreleri ile ortak bir yolun dönüş istikametinde ilerlediğimiz için gidişte ve dönüşte aynı işaretlemeler mi geçerli muğlaktı. Rotadan çıkmış olma tedirginliğini yaşarken sonunda bizi kumsala yönlendiren görevliyi gördük ve içimiz rahatladı. Bu noktada eğer kayalara tırmanmak için suya gireceğimizi bilseydim  ayakkabılarımı çıkartırdım. Kumsalda dalgalardan kaçarak cambazlık yapmaktansa ayaklarımı biraz olsun rahatlatmış olurdum. Az sonra başıma gelecek olanlardan habersiz, Yağız ve Adil ile kumsalda ilerlemeye başladık.  Bir ayağımıza beton bağlamadıkları kaldı derken işaretlemeler bizi dizlerimize kadar denize soktu. Kayaları tırmandıktan sonra belki ayaklarımıza beton bağlanmamıştı ama  patika ayakkabısıyla koşmadığımız için ıslandığında çok ağırlaştı. Bitti dediğimiz noktada tekrar tırmanışa yetti gari nidaları ile başladık. Surlardan aşağı inmeye başladığımızda işaretlemelerin yerinde yeller esiyordu.
Sanırım bu sefer de temizlik işçileri tarafından masumane bir temizlik operasyonuna kurban gitmişlerdi. Ahmet i elinde şeritler ile bize doğru koşarken gördüğümüzde doğru noktada ilerlediğimizi anladık. İçimize su serpildi. Bitiş noktasına ulaştığımız da Antalya Runners dan yarışı bitiren arkadaşlarımızı gördük.  Beklediğimizden çok daha zor bir parkura hepimiz hazırlıksız yakalanmıştık.  Bitirebilmiş olmanın mutluluğu yerini bizden daha uzun mesafeleri koşan arkadaşlarımızın merakına bıraktı.Teknede yapılan, katıldığım en güzel makarna partisi, patikalarda ki eşsiz Alanya manzarası, kolay kolay bir daha tecrübe edemeyeceğimiz  dik yokuşlar, yarış sonrası kumsal keyfimiz yanımıza kar kaldı. Genel kategori de 4. yaş grubunda 3. olarak yarışı bitirdim. Daha hazırlıklı olmak kaydıyla seneye aynı parkuru deneme sözünü kendime vererek Alanya'dan ayrıldım.

24 Mart 2017 Cuma

RUNATOLIA 2017, En iyi yarı maraton derecem ilk defa yürüyerek bitirdiğim yarıştan geldi.

Büyük Britanyalı triatlet Brownlee kardeşlerin Dünya şampiyonasında ki efsane bitirişlerini birçoğumuz seyretmiştir. Kardeşlerden Jonathan  Brownlee, yarışın sonlanmasına metreler kala ayakları birbirine dolanıyor,yarışı bırakmak üzereyken kardeşi Alistair Brownlee koluna giriyor ve  ikinci olarak çizgiyi geçmesini sağlıyor. Onların ki, yarışın son metrelerinin ne kadar önemli olduğunu bizlere çarpıcı bir şekilde gösteren, güzel ve çok duygusal bir örnek. Sonu güzel bitmeyen yarış sonu düzlüğü hikayesi ise hepimizi derin bir üzüntüye boğan  Runatolia 2017 de yarı maraton mesafesini  koşarken kaybettiğimiz  Zeynel Murat Batur'un ki oldu.

Bu sene geçtiğimiz yıllardan farklı olarak Kaleiçi­ni de 10K parkuruna ekleyen organizasyon yetkilileri, yarışın bitiş noktasını da Atatürk Parkının arka tarafındaki dar yola taşımıştı. Dünya da birçok örneğini gördüğümüz park, mesire alanı bitişli yarışlar çimlerin, gölgelikler olması sebebiyle aslında çok keyiflidir. Ama Runatolia 2017 de yolun daralmış olması, koşarak gelen 21K koşucularının, 10K nın yürüyen katılımcılarına denk gelmesi  ile birleşti. Son kilometresine girmiş olan yarı maraton koşucularının kalan enerjilerini beklenmedik şekilde harcamasına sebep oldu.  Ani dur-kalk hatta çarplarla, zaman zaman sertleşebilen diyologlar yaşandı. Üstüne üstlük, bu duruma bir de bitiş çizgisinin olması gerekenden 300mt kadar daha ileriye taşınması eklenince, kendi adıma söylemek gerekirse, yarışmanın son metrelerini çekilmez hale geldi.  Doğa şartları sebebiyle mecburen olması gerekenden ileride veya geride bitiş çizgisine ultra maratonlar ve patika yarışlarında alışığızdır. Bir yol koşusunda ileriye taşınmasına ben ilk kez karşılaştım ve anlam veremedim.  Bu sebepten bitiş çizgisine hızlı girmek hevesim, pilim bittiğinden kursağımda kaldı.10K yürüyüşüne çıkmış katılımcıların demoralize etmesi sebebiyle yarışımı saatim 21.1 gösterdiğinde  sonlandırdım. Yürüyerek bitiş çizgisine geldiğimde tam bir kaos vardı.  Chipleri okutmak için halıya basmamız gereken yerde bir kalabalık duruyor,  koşarak gelenler onların üzerine çıkıyordu. Tam bir madalya galeyanı yaşanıyordu. Kısa süre sonra biraz ileriye alınan madalya dağıtım noktasında bu sefer koşmayanların da ulaşabileceği bir noktaya alındı. Yarışla alakası olmayan izleyicilerin de  anı madalyalarından almak için araya girmesine şahit oldum. 
Organizasyonun bu dar yola bitiş noktasını  taşıması fikrini ortamı şenlik havasına sokma isteğiyle yapıldığını onların pembe çerçevesinden baktığımda  anlayabiliyorum. Ama sadece birkaç spor yapıyoruz selfiesi çekmek adına orada bulunan dar yolu geçilmez yapan bilinçsiz, koşana saygısız katılımcıları anlamak da zorluk çekiyorum. 
Aynı mesafeyi koştuğumuz ve maalesef kaybettiğimiz Zeynel Murat Batur a gerekli ilkyardımın gelmeyişi, gelemeyişi de gene bu dar yola bağlanmakla beraber aslında öncesinde bu tür felaket senaryoları kurgulansaydı, önlem alınarak aşılabilecek bir durumdu.  Gene pembe gözlükler ile yarışı organize edenlerin bence yaptığı en büyük hata  sadece dar yol değil aynı zamanda araç girişine kapalı bir yolda yarışı bitirmeleridir.
Buraya kadar yazdıklarım yarışı kazasız belasız bitirebilmiş bir koşucunun son kilometrede yaşadıklarıydı. Yarışa olaylı son kilometresinden başlayarak yazmaya başlamamın sebebi  (yarışın başlangıcında İstiklal Marşını okunmadan başlanması dışında) hiçbir problemin yaşanmadığı sorunsuz bir yarış olmasıdır.
 Organizasyonun çıkaracağı dersler muhakkak olacaktır. Benim bu yarıştan çıkardığım ders ise koşarken alınan takviyeler konusunda daha çok araştırma ve deneme yapmak yönünde olacak.  Antrenmanlarda içtiğim su bile dalağımın şişmesine sebep oluyorken neyi, ne zaman, ne sıklıkla tüketmem gerektiğiyle ilgili daha çok araştırma yapmam, antrenmanlarıma sıvı alımını eklemem gerekiyor. Bu yarışı dalağım şişecek korkusuyla  su bile içmediğimden kramplara sebep olarak bitirdim. Ama yokuşları olan patikalarda ve sıcak havalarda bu kadar şanslı olacağımı sanmıyorum.  Tüm bu olumsuzluklara rağmen aslında en iyi 21K yarışımı burada koştum. Hatırlarsanız Bodrun yarış raporumda bir program takip ederek koşmam gerektiğinin farkına vardığımı yazmıştım.
Ronatolia,  yaklaşık 3 aydır hazırlandığım, 5 pace ortalama ile bitirebilmek için bir program takip ederek koştuğum ilk yarıştı. Hedefime 21.1 koştuktan sonra  ekstra yürümeme sebep olan 300 metre, kramplar ve motivasyon kaybımı saymazsam ulaştım. Genel kategori 18. yaş grubunda 4. olarak yarışı sonlandırdım. Strava dan yarışımı görebilirsiniz:


1 Aralık 2016 Perşembe

BODRUN; Bir yoldan çıkma hikayesi

Yaz boyunca Antalya’nın kavurucu sıcağında uzun koşular yapamadım. Artık sıcaklar bitmiş olmasına rağmen içimden uzun koşulara çıkmak hala gelmiyor. Her gün en az 1 saatimi spora ayırıyorum. Zamanla ilgili bir bahanem olduğunu da söyleyemeyeceğim. Çocuk gibi sadece istemiyorum demeyi de kendim için yeterli bulmuyorum. Tamamen fiziksel yaşayan bir insanım. Yani dokunarak anlayabiliyor, yaşayarak öğrenebiliyorum her şey olabildiğince somut olmalı benim için. Kafada kurgulama ve soyut düşünebilme yönünden zayıfım. Bir işe başlarım ve sorunlar ile karşılaştıkça  üstesinden gelmeye çalışırım.  İşte bu sebepten uzun koşuları neden yapamadığımı anlamam için önce uzun bir koşuya çıkmam lazımdı. Bunu Bodrum’da gerçekleştirmeye karar verdim. Patika koşuları bu anlamda biçilmiş kaftan çünkü hızdan ziyade dayanıklılık daha ön plandadır. Yaptığım çoklu sporların bu anlamda beni ne kadar geliştirdiğini görmek de iyi olacaktı.



Bodrum’a yarıştan önceki akşam geldik. Sezon dışında ilk kez geldiğim Bodrum küçük bir tatil kasabası kimliğine geri dönmüştü. Kötü bir turizm sezonu sonrası o kadar yarışmacıyı Bodrum’a taşıdığı için BODRUN’nın önemi yadsınamaz. Unlimited Academy’e bu tip organizasyonların düzenlenmesi konusunda öncülük ettiği için ekmeğini turizmden kazanan bir ailenin ferdi olarak teşekkür etme ihtiyacı duyuyorum.
 Yarış sabahı Antalya Runners da ki diğer arkadaşlarım ile birlikte ilk işimiz kitlerimizi almak için başlangıç noktasına gitmek oldu. Belirtilen noktada sorunsuz şekilde yarış numaralarımızı ve tişörtlerimizi aldık. Hiç kimse sağlık raporu veya lisansımı sormadı.Daha sonra bazı arkadaşlarıma sorulduğunu bazılarına sorulmadığını öğrendim. Halbuki çoğumuz son güne bıraktığımız için nasıl streslenmiştik. Sonra otelimize geri dönüp yarış öncesi son hazırlıklarımızı yapmak için odalarımıza çekildik. Otel odalarından hazır bahsetmişken yazlık beldelerde yorgan battaniye her otelde bulunmayabilir. Yarış sabahı kurumuş bir boğaz konusunda klimanın insafına kalmak istemiyorsanız kalacağınız otelden rezervasyon öncesi bilgi almanızı öneririm.

Yarışma  başlangıç noktası biz geri döndüğümüzde hareketlenmeye başlamıştı. Çok fazla tecrübem olmamasına rağmen patika yarışlarında son dakikalarını çoğu sporcuların çantaları ile haşır neşir olarak geçirdiğini görüyorum. Ben de bunun bir parçası olarak varlığından son derece mutsuz olduğum sırt çantamın içindeki enerji verici gıdalar, kıyafet gibi fazlalıkları organizasyon masasına bitiş noktasında geri almak üzere teslim ettim.  23K gibi patika yarışı ortamında kısa sayılacak bir mesafe koşulacak olsa da organizasyon tarafından diskalifiye, zaman cezası ile göz korkutuluyordu. Çok terleyen ve az yükle koşmayı tercih eden biri olarak zorunlu malzemelerin hepsi ve 1lt su ile koşmak beni rahatsız ediyordu.
Bu organizasyonun en canımı sıkan kısmı çok tecrübeli bir organizasyon ekibi olmasına rağmen gerekli çanta kontrollerinin tüm yarış boyunca yapılmamış olmasıdır. Kuralı koyanın takipçisi de olması taraftarıyım. Yarışma esnasında iddialı olan birçok koşucuyu çantasız yanımdan koşup geçerken gördüm. Tecrübesi az veya hiç olmayan çoğu koşucu da benim gibi ful teçhizat başlangıç noktasındaydı. Tam tersi olması gerekmez miydi? Nasıl olsa “Türke bir şey olmaz” diyerek bu konuyu kapatmak istiyorum.
Yarış başlangıç noktasından arka sıralarda çıkmayı tercih ettim. Kısa olan başlangıç düzlüğünde hızlı koşacağımı bildiğimden tırmanışlara nefes nefese girmek istemiyordum. Start kalabalığının içinde kendimce bir tempo tutturup ilerlemeye başladım. Çabuk kesilmemem için önceden de beni hep uyaran Antalya Runners dan arkadaşım Ibrahim Baykal’ın arkamdan Zeynocan yavaş seslenişleri ile ilk diken-rampa-taş üçlemesi ile karşılaştım. Yazının devamında kısaca “üçleme” yazdığımda, rampa yukarı çıkarken veya inerken dikenli bitkilerin arasından geçip ciyak ciyak bağıran, yerdeki taşlık zemine ayağı takılan, bileği burkulan Zeynocanı hayal etmenizi istiyorum. Zaten yarış tanıtım videolarından ve Bodrum tabiatından bizi neyin beklediğini biliyorduk, surpriz ve beklenmedik bir durum olarak bunu karşılayanlar yarış öncesi gerekli araştırmayı yapmamış demektir. Bu yarışa önümüzdeki yıllarda katılacak olanlara tavsiyem dikenler ve taşlık yollar yüzünden şort ve kısa kollu tişört yerine uzun kollu tişört veya kolluk kullanıp, yırtılma ihtimalini göze alabileceğiniz uzun tayt,çorap ve ayakkabı ile yarışa katılması şeklinde olacak.
Hiçbir sorun yaşamadan son derece yeterli işaretlemeler ile yarışın ilk yarısını İbrahim ve Serhat ile bitirdik. Çok geniş ve taşlık geniş bir yolda takılırız korkusuyla gözümüzü yerden kaldıramıyorduk. İlerlediğimiz yol küçük bir patika değildi, bir arabanın geçebileceği genişlikte, kıvrılarak tüm tepe boyunca en az birkaç kilometre devam ediyordu. Kemal Hocam ve arkadaşları bizi yakalayıp geçtiler biz de onların liderliğinde yolumuza devam ederken önümüze daha dar bir yoldan çıkan sporcular çıktı. İşte o an rotadan çıktığımızı fark edip gerisin geri koşmaya başladık. Kemal Hocaya bir kez seslendim ama sesimi duyuramadım.  Geri dönüp hızımı arttırdım, yaklaşık 400 mt geride birçok sporcunun daha önce gözümden kaçan levhadan içeri dar patikaya döndüğünü fark ettim. Benim için yarışın dönüm noktası bu an  oldu. Beni geçenleri yakalamak için rampa çıkışta gereksiz yaptığım hızlanma yüzünden şimdiye kadar yaşadığım en sancılı dalak şişmesini yaşadım. Koca bir taş yutmuşum hissi veren bu acı en az 1 km yol koşmak için müsait olsa bile yürümeme neden oldu. Üçlemeden hızlı geçtiğim için bacağımdan derin bir çizik aldım. Tadım kaçtı, yarışın geri kalanında daha temkinli devam ettim. 
Yeni yarış partnerim Özgür oldu. Antalya’ dan Bodrum’a beraber seyahat ettik ve benim için bu yarışın en güzel taraflarından biri onu tanımak oldu. Yarışın son kilometrelerinde dönüş yoluna geçmiş 50K sporcuları ile karşılaştık. Bizim ekipten sadece Emine 50K koşuyordu. Bizim keşke şu koyun tadını çıkarsaydık dediğimiz yerde yarış sonrası onun denize girmiş fotolarını görmek en azından birimizin doğanın tadını çıkarmış olması sevindirdi. Çünkü çoğu yerde taşlara takılacağım korkusuyla gözümüzü yerden kaldıramıyorduk. Zaten rotadan çıkmam kafamı kaldırıp, kocaman tabelayı görmediğim için olmuştu.
Özgür’ün ilk patika yarışı tecrübesine ortak olmak beni tekrar yarış konusunda motive etti. Yeni başlayan biriyle sohbet etmek, onu koşarken gözlemlemek, neden artık uzun koşamadığımın sebebini bulmama da yardımcı oldu. Sebebi hiçbir program takip etmememdi. Hiçbir zaman da etmedim. İstediğim hızda, istediğim mesafeyi 2 yıldır sadece o günkü motivasyonuma göre koşup duruyorum. Bu yarış misyonunu tamamladığına göre bitirmenin de zamanı gelmişti.

Üçlemeler ile dolu bu yarışı Sapanca ya göre daha zor ve sakatlık riski yüksek ama mevsim olarak daha avantajlı buldum. İşaretlemeler ve su istasyonları gayet yeterliydi. Yarış boyunca sırt çantamda ki sudan çok az içtim, sadece 1 adet hurma ve 2 adet badem tükettim. 23K genel kategoride 8, yaş gruplarında 4. oldum. 

20 Ekim 2016 Perşembe

Maksat spor olsun


37 yıllık hayatımda alıştığım bir rutin var. Ekim ayı geldi mi erken yatılır, erken kalkılır. Havanın aydınlanmış olması veya kararmaya başlamış olmasının günümü bu kadar çok etkilediğinin farkında değildim. Ta ki yaz saati uygulamasında ısrar edilene kadar. Sabah kalkıp koşayım diyorum, zifiri karanlık. Bir kez denedim alacakaranlık kuşağı gibiydi, antrenman bitti hava yeni aydınlanıyordu. Gece koşusu ile güne başlıyor gibi oldum. Ekim ayının sonuna yaklaştığımız bu günlerde şartları zorlamak yerine biyolojik saatime göre hareket etmeye karar verip gün doğumunda yaptığım spordan vazgeçtim. Sabahları spora ayıracağım vaktin kısalması uzun koşulara ara vermeme neden oldu. Kısa yapılan koşulara eşlik eden eşimin desteği ile yüzmeye başladım.

Yaz aylarından bu yana çevremde benimle beraber veya sosyal medyadan takip ettiğim aktif spor yapan herkesin antrenman dediğine benim sadece spor yapıyorum dediğimi fark ettim. Antrenman programı takip etmeyen, belirli bir yarış hedefi olmayan, canı o gün neyi isterse onu yapmanın adı benim sözlüğümde sadece spordur. Yazdan beri o günkü ruh halime göre ya bisiklete biniyorum ya yüzüyorum ya da koşuyorum. Yani çoklu spor yapıyorum. Bu yaptığıma triatlon demeye dilim varmıyor. Ortaya bu şekilde çıkıyor olmak için daha bir fırın ekmek yemem lazım.
Evli, çoluk çocuğa karışmış olanların, iş ve aile hayatını dengede tutarak spor yapmasının çok zor olduğunu bunu başarabilmiş sporcuların azlığından (önlerinde saygıyla eğiliyorum) anlayabilirsiniz. Bu yüzden triatlon  daha çok bana “sadece kendi hayatından” fedakarlık yaparak boş zaman yaratabilen sporcuların işi gibi geliyor. Benim gibi 3 çocuk annesi bir kadının istediği seviyelerde bu sporu yapmak için biraz daha zamana ihtiyacı var. 3 spor yapacağım diye 3 çocuğu ihmal etmenin anlamı yok değil mi? Bu yuzden yeni hedefimi koşunun yanına yüzmemi de geliştirmeye çalışmak şeklinde belirledim. Uzun bisiklet antrenmanlarını haftalık rutinime eklemek şimdilik bir hayal.

Ulaşılması zor veya zaman alacak hedeflere ulaşmak için planlı, programlı ilerleyebilmenin yolu, biraz da bir şeyi çok istemek ve başarma hırsından geçiyor. Bu konuda samimi bir itirafta bulunmak gerekirse, yaşam tarzım ve hayata bakış açım aktif olarak sporun içinde olmamı sağlasa da artık başarma azmine  sahip değilim. O yaparsa ben de yaparım söylemleri veya rakipler gelmediğinde çıkılan kürsüler benim motivasyon kaynağım değil.  Bir yerlerde bıraktığım hırsımı koşu parkurunda aradım, yoktu. Bakalım havuzun kulvarlarında bulabilecek miyim?  

11 Ağustos 2016 Perşembe

SAPANCA, hiç başlamayı düşünmeyenler için bir ultra maraton yazısı

Sandığından daha fazlasını koşabiliyorsun…

Yarışa katılmadan önce bu mesafeleri koşanların deli olduğunu düşünüyordum. Fikrim çok değişmemiş olsa da asla yap(a)mam dediğim bir şeyi yaparak ben de kendimi tescillemiş oldum.
Takipçi sayım az. O yüzden aramızda kalacağını bildiğimden bu yazıyı içimden geldiği gibi yazmak istiyorum. Zeynep bayramlık ağzını açacak diye hemen koltuklarınızı dik, el bagajlarınızı koltuğunuzun altına koymayın. Tecrübesizliğimden kaynaklanan hataları bu organizasyona emek sarfeden iyi niyetli insanlara yükleyecek değilim.
Yarış öncesi hazırlıklarımdan bahsetmek istiyorum. Benden çok daha bilgili, tecrübeli, bu işe ömrünü adamış ultra maratoncuların yanında benim yaptıklarımın lafı bile edilmez, o yüzden lütfen katılmayı düşündüğünüz bir ultra maraton var ise onların sayfalarını da takip edin. Hazırlıklarımın inanılmaz bir enerji, sabır ve titiz bir araştırma içerdiğini iddia etmiyorum. Gerek kondisyon gerekse mental olarak çok da hazır olmadığım bir yarıştı. Yarış öncesinde yaptığım uzun mesafe antrenmanlarında nabız aralığıma dikkat ederek koşmaya çalıştım. Planıma sadık kalıp,  sınırlarımı zorlamadan koşarsam, bitirebileceğim bir yarıştı. Benim gibi kontrol manyağı, öngörülemeyen şartlarda panikleyen biri için bu bir maceraydı. Bu sefer kervan yolda düzülecekti. Ruhumu eğitmek için bir 50K ya ihtiyacım vardı.
Su alımına günler öncesinden dikkat etmeye başladım. Yarış esnasında yolda sıvı kaybı kaynaklı sıkıntı yaşayan birçok sporcu gördüm. Ortalamanın çok üstünde terleyen bir koşucuyum. Buna rağmen susuzluk  problemi yaşamama nedenimi rezervlerimi çok daha önce doldurmuş olmama bağlıyorum. Ama en büyük hatayı da suyla beraber almam gereken mineral tuzlar konusunda yaptım. Yarış çantası hazırlık aşamasında takviye gıdalarımı vücudumun ihtiyaç listesine göre hazırlamadım. Açık büfeden kahvaltı seçer gibi onu yerim bunu yemem şeklinde çantama sadece sevdiğim şeyleri koydum. Tipik bir kadın olarak şeker ağırlıklı besinlere öncelik vermişim -hurma, enerji jeli, enerji barı, meyve suyu- nasıl akıl ettiysem hurmaların içerisine fındık, fıstık bir şeyler sokmuştum. Ama 50K için yeter mi? Yetmedi tabiî ki. Üstelik tatlı yemekten mide bulantım yarış sonuna kadar sürdü. Ben yaptım siz yapmayın, terleyince kaybedeceğiniz mineral tuzları yerine koyabileceğiniz şeyleri mutlaka yanınıza alın. Bunların neler olduğunu bende yeni yeni öğreniyorum. Kendi denemediğim şeyleri buraya yazmak doğru olmayacak ama bir sonraki yarış sonrası sözüm olsun.


Yarış gününe gelelim artık. Sabah erkenden İstanbul’dan yola çıktım ve start alanına ilk gelenlerdendim. Kitlerimizi alıp ortamın tadını çıkarmaya başladık. Antalya’da ki birçok arkadaşım ile yarış öncesi klasiklerimizi gerçekleştirdik, pozlarımızı verdik, yarış ile ilgili taktikler aldık. Her gittiğimiz yarış da enerjimiz ışık saçıyor, eğlenmezsek yarışamayız gibi hissediyorum ve bunu çok seviyorum.
Yarışa grubumuzdaki diğer 50K cılarla beraber başladık. Herkesin aklında tek bir soru vardı, eğim ne zaman başlayacak? Eğer kendime söz vermemiş olsaydım eğime kadar deparımı atardım. Ama hayır bu yarış 10K veya 21K koşmaya benzemezdi, temkinli olmam şarttı. Gaza gelmemek için yanıma müzik bile almamıştım. Ama ne oldu? Sakin sakin koşmak varken, yarışın ilk kilometreleri gerginlikten kurtulmak için kafayı Raidlight bel çantama taktım, çok mu hopluyordu? Suluk kısmını yana aldım, arkaya aldım, öne aldım. Arkadaki grup arkadaşlarımdan biri durumu fark etmiş olacak, kemeri biraz daha sıksana Zeynep dedi. Keşke demeseydi veya ben üstüm başım ile uğraşmak yerine önüme baksaydım. İşte anlatılan eğimler tam karşımda başlıyordu. Daha önce koştuğumdan çok daha sıkı şekilde koşmak beni neredeyse 7K finish noktasında yarışı bıraktıracaktı. Dalağım öyle bir şişti ki, neden böyle olduğunu bir türlü anlayamıyordum. Bir adım dahi atamayacağımı düşünüyorken daha önce Nashira Maratonunda tanıştığımız GPS ve kayan taşlık yollarda imdadıma yetişen Gökhan -kafasında bir haresi eksik- bu sefer de Sapanca da imdadıma yetişti. Neden çantanı biraz gevşetmiyorsun diye söylemese, benim bunu akıl edeceğim yoktu. Enerji tasarrufunu beyinden yana kullandığım, yarış esnasında verdiğim bazı yanlış kararlar ile de daha sonra ispatlandı. (Anlatacağım daha oralara gelmedik.)
Çantanın bana yaptığı baskı azalınca A planına geri döndüm, nabzımı kontrol ederek koşmaya başladım. Grup arkadaşlarımın benden çok ileride olduğunu bildiğimden yetişmeye çalışmak yerine ilk plana sadık kalmak daha akıllıcaydı. Ayrıca yokuşlar öyle dikti ki elimi belimden, gözümü yerden kaldıramıyordum. Her başımı kaldırdığımda gördüğüm tek şey bitmek bilmez kasaba manzarası ve asfalttı. Rampalara razıydım ama yoldan hala çıkmamış olmak beni çok mutsuz ediyordu. Sonrasında başlayan toprak yol beni daha da endişelendirdi. Beklentim ormandı, daha çok gölgeydi, şu koca koca yapraklar neredeydi? İnanılmaz derecede terlemiştim. İşte o zaman yanıma su ile beraber almam gereken eksik mineral tuzları fark ettim. Karbonatlı suyum bitmek üzereydi ve yanımda başka da yoktu. Kervanı yolda toparlayamadım. 7K sonrası ilk chip kontrol noktası beklentimi karşılamadı. Daha çok yağmalanmış gibi gözüküyordu. Ultra ruhu sıcak dinlememiş anlaşılan deyip, su ihtiyacımı karşıladıktan sonra kutuda kalan birkaç tuzlu kurabiyeyi ve meyveyi yanıma alıp yola devam ettim. Bir yandan meyveleri yiyor, bir yandan terden ve meyveden yapış yapış olan ellerimi şortuma siliyordum. İlk arıyı sanırım o ara gördüm. Sonra biranda çoğaldılar. Ellerim ile uzaklaştırdığım birçoğunu şortuma yönlendirdiğimi iş işten geçince fark ettim. Ter ve meyve şekerinden oluşturduğum kokteyli içlerinden biri tatmak istemiş olacak ki ısırdı.  Daha önce hiç arılar ile haşır neşir olmamıştım. Durdum, iğne aradım, şişmiş ama iğnesiz kaba etime bakıp, alerjik reaksiyonum var mı diye bekledim. Düşer bayılırım korkusundan gruba durumumu mesaj attım. Sonra baktım asayiş berkemal yola - zonklayan yerlerimi tuta tuta - devam etmeye karar verdim. Hafif hafif koşuya tekrar başlamıştım ki az ileride Antalya’da beraber koştuğumuz sonra İstanbul’a taşınan arkadaşlarımdan Celal’i gördüm. Yürüyordu, yanına geldiğimde yarışı bırakmak üzereydi. Elleri çok şişmiş ve yüzü iyi görünmüyordu. Benim mineral tuzlar eksikliği yüzünden yaşayacağımı tahmin ettiğim sıkıntıya o daha önce yakalanmıştı. Yaptığımız kısa konuşma sonrası anladığım kadarıyla, benim tek farkım yarışa rezervlerimin dolu, onun boş başlamış olmasıydı. Ama gerekli takviyeyi önümüzdeki istasyonlarda da alamazsam, durumum farklı olmayacaktı. Bu durumda korkarım yarışı 35K finishinde bırakmam gerekecekti. Diğer koşucuların yanında bulunan tuz tabletlerinden Celal’e verdik, daha iyi olduğunu görünce izin isteyip yanından ayrıldım.
Bu arada peşime bir köpek takıldı. Arıdan sonra ikinci bir sürpriz yaşamak istemiyordum. Köpekleri ne çok severim ne de çok korkarım. Ayrıca onunla koşmaya bu kadar meraklı çevremde birçok koşucu varken neden sadece benimle ilgilendiğine anlam veremedim. Yüz vermezsem gideceğini umarak yoluma devam ettim. Yorgun değildim. Yolda susuzluk ve Güneş’ten rahatsız olan birçok sporcuya göre çok daha iyi durumdaydım. Suyumu paylaşmakta sakınca görmedim. Diğer koşucular ile yardımlaştıkça bendeki enerjinin çoğaldığını hissettim, kendime güvenim geri geldi. Bir sonraki istasyona -önceki istasyonda bize söylenene göre- 3K kadar kalmış olması lazımdı. Ama bu istasyon neredeydi? 3K geçti, sonra 4K, bize söylenen istasyonun olması gereken yerden 5K kadar uzaklaştıktan sonra yerlerde pet şişe öbekleri gördük. Yarısı boş, yarısı dolu pet şişeler. Dramdı. Biz yarım su şişelerini diksek mi kafaya diye niyeti bozmak üzereydik ki geldiğimiz istikametten bir pikap araba geldi: “Su lazım mı?” diye sordu. Organizatörlük, koşucularına tatlı surprizler yapmaktır. Pikabın arkasındaki damacanadan sularımızı doldurduk. Meyve sularımızı aldık, vedalaştık, yolumuza devam ettik. Tuz yoktu. 35K finishine doğru yol alırken atığım her adımda gölgem bile terliyordu. Yanımdaki dört ayaklı yol arkadaşımın dili dışarıda, hızla nefes alıp veriyordu. Devam etmemin bu şartlarda doğru olmadığını düşünüyordum. Soğucak Yaylasına geldiğimde tabiat öyle bir değişime uğradı ki kendi kendime işte koşmak istediğin yerlere geliyorsun kızım dedim. Yemyeşil bir yayla, arkasında orman, bana hoş geldin diyordu. 35K yarışmacılarının finishine varmamıza daha vardı. Ucundan da olsa bu güzelliği tadabileceğime seviniyordum. Ama organizatörler – 35K da yarışanları bizden daha çok sevmişler- finish noktasını birkaç kilometre yakına çekivermişler. Ne demek bitti? Çok sinir oldum, kontrol noktasının öbür tarafını da koşmak istiyordum, oradaki gönüllü “Devam edecek misiniz?” diye sordu. “Ölürüm de bırakmam” dedim. Biraz dinlenip, yarışı bitiren koşuculara durumumu anlattım. Sağolsunlar tuz tabletleri havada uçuşmaya başladı. Önceki kontrol noktalarını sömürdükleri için çok saydırdım affet Allahım. Aslında hepsi çok iyi çocuklar sadece susayınca içlerindeki fil uyanıyor.

Tekrar yola koyuldum. 35K bitiş çizgisinde o kadar oyalanmama rağmen sadece 1 kişinin 50K için devam ettiğini gördüm. Sonlarda olduğum kesindi de acaba ne kadar gerideydim. Bu sefer kendimden gayet emindim. Yanımda olması gereken her şey vardı. Yol arkadaşım bile vardı. 4 ayaklı güzellik ara ara bana eşlik ediyordu. Öyle güzel yerlerden geçiyorduk ki birkaç kilometre deli deli köpeğimle konuşmaya başladım. “Oha çok güzel görüyor musun ağaçları” “Korkuyor muyuz?” “Ne alakası var” “Pembe renk mi o?” “4 Yapraklı Yonca mı o ilerideki?” “Aman iyi! Sohbet eder mi ki benimle? ” “Çok sıkıldım ben ama ya dur yetişeyim ona” diye kendi kendime konuşarak yanına kadar geldim. Ama o benden daha çok sıkıntılıydı, belli yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Bu sefer içimden “kadın kaç tane maraton yalamış yutmuş, o halleder. Zaten baksana bekleme yapma diye bağırıyor gözleri sen yoluna devam et kızım” dedim, selam verip yoluma devam ettim. Uzunca bir süre ormanda yalnızdım, kimseye rastlamadım. Koşarken yanımda kimse olmazsa sıkılmamak için hep müzik dinlerdim. Yarışın bu en güzel 15K sında tek başımaydım. Sessizliği ve kendimi dinlemeyi öğrenecektim. Tırmanış hala devam ediyordu. Ama ormanlık alan yüzünden daha az yıpratıcıydı. Ben 35K bitiş noktasında aldığım tuz tabletleri sayesinde daha zindeydim. Sonunda inişler başladı, ama bu kadar çıkış sonrası beklediğim kadar kolay bir koşu olmayacaktı. Ayak parmaklarımı içe doğru toplama ihtiyacı duyuyordum. Bu hareketin bana kaç tane tırnağa mal olduğunu sormayın. Topuk basmayı akıl edememiş olmama hala inanamıyorum. Başta söylediğim gibi, enerji sarfiyatından kaçınmak için beynimi kullanmayı yarış başında bırakmıştım. Yol arkadaşım sevimli 4 ayaklı dostum da rampa inişte gölgeler azaldıkça bana pire torbası gibi gözükmeye başladı. Çünkü önden gidip küçücük gölgelere yerleşiyor ve benim gölgeden yararlanmama engel oluyordu. Doğanın ortasında ben de yabanileşip onu kendimden uzaklaştırmayı başardım.  Suyum azalmıştı. 40K istasyonunda bitmek üzere olan 1 adet damacana vardı. Yarış başlayalı neredeyse 6 saat olmuştu. Başında bekleyen gönüllü çok çaresiz gözüküyordu. Olana razı olup damacananın dibindeki suyu matarama doldurduk. Yarışın bitmesine sadece 10K kalmıştı ama bugüne kadar koştuğum en uzun 10K yı koştum. Bitmeyen 10K yapmışlar arkadaş. Asfalt zemin geri geldi. Yarışın bu son bölümünde çeşmelerden ve doğal su kaynaklarından yana şanslıydım. Son 4K ya girmiştim. Su akarının içinde soğumaya bırakılmış kola şişesi gördüm. Beyin artık muhakeme yeteneğini kaybetmiş haldeydi. Organizatörlerin onu oraya bizler için koyduğunu düşündüm. 2.5 litre kolanın neredeyse 1 litresini tek seferde kafaya diktim. Arkadan gelenlere ayıp olmasın diye de yerine bıraktım. Daha beş adım uzaklaşmamıştım ki akarın yukarısında piknik yapanları gördüm. Yaptığım hatayı anladım, muhtemelen onların kolasıydı. Ama olan olmuştu. Göz temasından kaçınarak, yoluma tintin devam ettim. 
Yarış NG Hotel önünde sonlanıyordu ve son 2 kilometrenin içindeydim. O kolayı içmek bana iyi gelmedi. Mide bulantım tekrar başladı. Koşuyordum ama yerimde sayıyor gibiydim. Fiziksel olarak hırpalanmıştım ve ağlama ihtiyacı hissediyordum. Bayan kontrol devreye girerek, bu durumun ruhsal yapımı etkilemesine izin vermedi. “Az soluklansan, patika, orman olsa kendine gelirsin” diyordu. Yarışın bu son bölümünde birkaç kişi ile sohbet ettim. Sona kalanlar hep sakatlıktan, susuzluktan, sıcaktan şikayet edenlerdi. Benim ise en büyük derdim kendimleydi. Bitirememe korkusu beni bitirdi. Otelin avlusuna geldiğimde sevdiğim koca koca ağaçlara tekrar kavuştum, keyfim yerine geldi. İçimdeki çocuk dansa başladı. Tanıdık yüzler bana tezahurat yapıyordu. Ağabeyim bile oradaydı. Sanki oradaki herkes aynı mesafeyi koşmuş, bitirmiş beni bekliyor gibi hissettim. Bitiş noktasını gördüğümde adımlarımı daha da hızlandırdım. Bitirmiştim.* Biz o gün 50K koşan sadece 14 kadındık, baştan saymaya başladık 8 numara bana düştü.

O kadar mücadele ve sınanmadan sonra ilk hissetiğim gayet normal ve sıradan bir şey başarmışlık duygusuydu. Kendi adıma neyi başarmış olduğumun farkında değildim. Bu da bitti sıradaki gelsin şeklinde özetleyebileceğim ruh hali  o kadar benliğime işlemiş ki bir sonraki yarış hedefimi bitiş çizgisini geçtikten hemen sonra belirlemiştim bile. 7 saat boyunca yaptığım en sağlıksız şey bana göre buydu. Hiçbir şeyi özümsemeye vakit ayırmıyordum. Bu kafa yapısında durup o anlara geri dönme, hatalardan ders çıkarmaya yer yoktu. Bu durumun farkına varmam için yarıştan uzunca bir vakit geçmesi ve çözüm olarak yazmaya başlamam gerekti. Yazmanın bana filmi başa sarmayı öğreteceğini umuyorum. O yüzden yazılarımı yarış raporu olarak değerlendirmemenizi istiyorum. Tekrar görüşmek üzere…


*Instagram sayfamdan finish anımın videosunu seyredebilirsiniz.

29 Temmuz 2016 Cuma

LARA BEACH MOONLIGHT RUN Ateşböceklerinin dansı

 2 yıl önce koşmaya başladığım günlerde Sevgili Onur Şentürk’ün mentorlüğünde bu sporu daha çok sevdim. Onun sahibi olduğu Caretta Sports'un organizasyonlarının hepsinde yer aldım. Sakatsam birşeylerin ucundan tutmaya, değilsem koşmaya çalıştım.  Beni “yoldan çıkaran” patikalar ile tanıştıran iki kişiden biridir, diğeri de Sevgili Halil Aktan.
Geçtiğimiz Haziran ayında düzenlenen Caretta Sports’un ilk gece yarışı  Lara Beach Moonlight Run' a Antalya Runners dan kalabalık bir kadro ile katıldık. Toplu halde haftanın belirli günleri antrenman yapmak biraz seviye ilerlediğinde veya mesafeler arttığında zorlaşıyor, herkes kendi antrenman programına ve şartlarına göre hareket etmeye başlıyor. Ama bağımız hiçbir zaman kopmuyor. Grubumuzun bir parçası olarak kendini hisseden, ilk başladığı döneme göre büyük gelişme gösteren, yarış takvimini takip eden birçok sporcunun olması hepimizi motive edip, kartopu etkisi yaratıyor ve sayımızın gün geçtikçe artmasına sebep oluyor. Her yarış organizasyonuna yükselen bir ivme ile katılmamız bunun en güzel göstergesi.  Yerel bir yarış olmasına rağmen gerek yarışın yapıldığı arazinin kumul olduğu için merak uyandırması, gerekse gece yarışı olması sebebiyle katılım yüksek oldu.  Başından beri birlikte koşmaya başladığım ama beraber antrenman yapma fırsatı bulamadığım farklı seviyelerden birçok arkadaşım ile Lara Beach Run yarışlarında biraraya gelip, beraber adımlayacağım için çok mutluydum.

Sıcakların Antalya'yi kavurmaya başlaması sebebiyle o hafta yaptığım uzun koşu beni çok yormuştu. Bir hafta sonra Sapanca Ultra maratonu olduğu için kendime yüklenmek istemiyordum.  4K, 8K, 12K kategorilerinde yarışlar düzenlendi.  4K kategorisinde tempo koşmayı tercih ettim. Hem daha sonra gelip koşabilmek için araziyi keşfetme fırsatı, hem kuvvet antrenmanı hem de sonrasında deniz keyfi olacaktı.
Şimdiye kadar katıldıklarım arasında starttan itibaren yarışma parkur anlamında beklentilerimi karşılayan birkaç yarıştan biriydi. Zaten 4K koşmuşsun beklentin ne kızım diyenler için; parkur 4K, diğer kategoriler 2 ve 3 tur atarak ayni rotayi koştular. Starttan çıkar çıkmaz, Beachpark ışıkları arkamızda kaldı, tam karanlığa adapte olmuşken bizi karşılayan kum tepeleri ile hepimiz kendimizi adeta Dakar Rallisinde bulduk. Tüm koşucular kafa fenerlerinin ışığı altında Lara Ormanina ateş böcekleri gibi dağıldılar. Tüm parkur, ledler ile çok güzel  işaretlenmiş, koybolma  ihtimalinin zayıf olduğu ormanlık bir araziden oluşuyordu. Kafamızda canlandırdığımız ormandan tek farkı, yerde bitki örtüsü yerine kumul ve kum tepelerinin olması. Kumun içinde daha önce koşma tecrübesi olmayanlar için zor bir parkurdu. Yarış bitiminde çoğu koşucunun ne yüzmek ne de parti havasına girmek için hali kalmıştı. Benim organizasyon ile ilgili yaşadığım tek hayal kırıklığı bu oldu. Onca hazırlığa rağmen ortamın tadını çıkarma kısmı bu beklenmedik parkur sebebiyle biraz zayıf kaldı. Kendimi bu zor parkura teslim etmek yerine sadece 4K koştuğum için böyle bir beklenti içinde olan tek kişi de olabilirim.:)  Bayanlar genel kategoride 1. oldum.